5 Nisan 2013 Cuma

Türkce karakter olmayan klavye.


Gökyüzü müydü mavi olan?
Yoksa denizler mavi diye mi gözlerine benziyordu yeşil?
Hem de sen bu kadar kapkara gözlüyken gece?

Unutulanların unutanlara olan kini neden o kadar saygı görmüştü 90'ların sonunda?
Çok gezen, gördüğü şeyleri çok okuyana da anlatsaydı keşke
Çok okuyan da biraz paylaşıma açık olsaydı ya madem!
Kafamız gerçekten güzel miydi o anlarda? 
"Uçlarından azıcık al" dediğimizde zaten çok mu kısaydı saçlarımız?

Ben yürüyerek köye giderken bütün arabalar neden evciye giderdi?
Hani tarih o insanları yargılayacak, asla affetmeyecekti?
Tarih çok mu kuvvetliydi sonu gelmeden önce?
Melankoli bu kadar acizken, yardim beklemek yerine saygı beklemesinin bi sebebi mi vardı?

Para vermeyin dilencilere, alışırlar! 
"Elleri ayakları tutuyor,çalışsınlar!" dedik diye mi kestiler o çocukların kollarını?
Bilimsel veriler ne kadar çaresizler!
Mevlananın da çok canı sıkılmış bi dönem.

İnsan neden kendine yazar?
Kendi için süslenenler neden aynanın karşısında oturmuyorlar?
Bazı şeyleri hiç anlamıyorum tribi niye?
illa bunları anlayacaksın diyen de yokken zaten.

Kızlar bizi saçma işler peşindeyken sevip
Mantıklı şeyler yapmıyoruz diye terk etmeseler keşke, aşk bu kadar mantıksızken.
Yalnızlık tercih edilince mi yoksa mecbur kalınca mı daha iyi diye yorma kendini
Yalnızlık; o, sabah sen uyanmadan çıktıysa iyi.

30 Eylül 2012 Pazar

ne düşünüyorum?


Çocukluğumun,   gençliğimin geçtiği evleri, rutubet izli duvarları, o izlerde canlandırdığım hayvan figürlerini, hayallerimdeki sınırsızlığı, geleceği, belirsizliği, bilinmezliği düşünüyorum. Dolabımdaki üç beş parça eşyayı,  önemli bir günde giydiklerimi, aslında igreti durduğunu bile bile ama sırf hayalimdeki bana inanarak ve gün boyu kendimi kötü hissederek üzerimde duran kıyafetlerimi, hayatımın tıpkı o kıyafetler gibi bu dünyanın üzerinde iğreti durduğunu düşünüyorum. 

Soğuk havada ellerim buz kesmişken kayıp yüz üstü düşüşlerimi, acıdan çok ağrıya çalan o hissi, dizlerimden sızan kani, ellerimi bilinçsizce sallayışımı... Lise yıllarımda Terme’nin az ışıklı sokaklarında yari korkarak, arkamı kollayarak ama dik, gecenin üçünde eve dönüş adımlarımı, cebimde taşıdığım bıçağımı, dostlarımı, dostluklarımı, kavgalarımı, kalın yorganın altında, buz tutmuş vücudumun çözülüşünü, sıcak uykuya dalışımı düşünüyorum. Mustafa Ince’yi Hasan abiyi...

Ankarayı, karanfil sokağı, kocatepe sırtlarını, soğuğu, horon barı, aşiyanı Fatih’i  hatırlıyorum. Üniversitenin bendeki hayal kırıklığını, konferans salonlarında egolarını törpülediğim prof.ları, hırslı heycanlı cümlelerimi, yüz kere düşünüp alığım ama okumadığım kitaplarımı, Alparslan Türkes’in mezarını, Ankara siyasalın merdivenlerini, devrimi, mekan kafeyi, mocacoyu, Devlet Planlama Teşkilatının terasında kendi kendime verdiğim sözleri, bodrum katlardaki evlerimizi, demet evlerdeki ssk bloklarını, çaresizliği...

 Ulan ne boktan günler yaşamışım be! Dedirten, anı olarak bile aklıma geldiklerinde keyfimi kaçıran, ufkumu daraltan, hayallerimi katlayıp cebime koydurtan o günleri ve bugün yaşadıklarımı, yaşamaktan çok başıma gelmek diye adlandıracağım onca şeyi, yarın başıma gelecekleri, bu yazıyı neden yazdığımı, yazamadığım bi çok şeyi düşünüyorum simdi.

22 Şubat 2011 Salı

Esmer mi olsun sarışın mı? bi bakın.

Uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu
uuuun bi yazı düşünün. Savaşlardan, sömürü düzeninden
ölümden, onurlu mücadeleden, ne bileyim işte erdemlerde falan bahsediyorum.
Mal değilsiniz, kurun kafanızda! Nasıl güzel yazı olmuş dimi. Bi an etkiledi
sizi, beğendiniz, benim ego da nal gibi oldu mis valla, şimdi dağılıp
yavşak hayatımızı aynen sürdürmeye devam edebiliriz, hadi.... Bu
böyle gitmez! Gün gelir, o adaletin kılıcını, kınını, terazisini, tasını tarağını
toplar sana bana da monta ederler.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Bilmek haddini bilmektir.

Kazanmak için tek şansı kaldıysa kaybetmeyi seçer.. Ya kaybetseydim düşüncesi ile yaşamaktansa kaybı yaşar, zaferi reddetmenin onuruyla avunur ama bilir, ne yapsa olmaz.. İnsan hiç bir zaman "olmaz". ihtimaller, korkular, avuntularla birlikte "insan"olur. "Olduğunu"sandığında da sanrılarla aslında yine insan olmuştur. Darwin, anlamlandırmayı uğraş edinmiş Miskeveyh'i okumakla yetindi, sonuç insanlaşmaktan tanrılaşmaya yönelmek, yani "Olmak!" Yine insan, kendi kendine yetebileceğini sandığında kayboldu.. kelimelerle oynamak zevkli ama artık bu yükü hafifletelim, anlamlandırmanın yolu anlamaktan geçiyor, anlamak hayal etmek gibi bir sınırlandırma çabası değil sınırları görme çabasıdır, haddini bilmektir.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Son dakika.



"Son dakika" diye haber olduğunuzda ajanslara, çoktan vazgeçilmiştir sizden.


Ateş yandı bir kere, bilinçler talana başladı.. caddeler evler arabalar cesetler dumanlar.. O anı içselleştirecek herşey yerli yerinde artık, vahşet kelimesi şanlı bir ordunun zafer kazanmış lideri gibi gelir, çöker dün sevgi ile ufka baktığımız topraklara. Haber bültenlerinde on saniyelik görüntüden ibarettir yaşamlarımız. Bi doğal felaket, bi diktatörün devrilmesi, ekonomik bunalım, halkın galeyana gelmesi ya da bi iç hesaplaşma ile gerekçelendirilir yok oluşunuz. Ve "son dakika" ile bir an heyecanlanan milyarlarca insan "haa tamam yaa.." olur, rahatlar, hüküm verir vicdanlar ve o an hak etmiş olursunuz yaşadıklarınızı ya da ölümü.. (ironidir bu iki kelime ama bi farkı yoktur uzaktan izleyen için) Geride kalanlarınız saat başı gelişme olur, ifadesiz bi spiker iş çıkışı gideceği mekanı düşünürken anlatır bilançoyu, ölü sayısını.. Sağduyu çağrıları gelir, açıklamalar yapılır vicdanların köpüğü alınır ve artık sizin suçunuz olur olanlar..hak etmişsinizdir.

Sürer bu, ta ki son masumun damarındaki kan, kirli caddelerden mazgallardan foseptik çukuruna ulaşıncaya kadar..sonra ortak acınız olur o, unutulmaz acı hatıranız, yeni nesillerin ders çıkaracağı bi olay, bir insanlık dramı.. Edebiyat olur, şiir olur, film olur.. kısaca tüketilmeye müsait herşey olur, sizin yok olan hayatınız. Birey olarak tüm önemimi yitirdiğim o an, ben yok olmuşken hiç bi anlamı olmayan dünya için, bi anlam oluverir.

...


23 Aralık 2010 Perşembe

Ne yapmanız gerektiğini bilmiyorum. İster okuyun, ister dürüp..

Suçlular suçluları vurur, suçlular masum insanları vurur, masum insanlar masum insanları vurduğunda...

17 yıl okudum, 3 yıldır sürekli yazıyorum. Henüz hiç bi şeye çözüm bulamadım. Yazdıklarım ya da yaptıklarım hiçbişeye çözüm olmadı, bildiklerim bencilliğimi aç vahşi bi hayvanı besler gibi besledi. İnançlar, ideolojiler, liderler, devletler, kültürler, kitleler, dünya ve zaman.. Bütün bunlar neden var? Herşeyi sorguladım, dalga geçtim, küfrettim.. Neden? Yazarken katlediyoruz, okurken katlediyoruz, hiçbişey yapmazken katlediyoruz..Yaptıklarımızdan haz alıyoruz, tıpkı katlettiğimizi iddia ederken ve bunun çirkin bişey olduğunu göstermeye çalışırken, aynı zamanda katledecek kudrete sahip olmanın hazzını yaşadığımız gibi..iki yüzlü ve adice yapıyor, yaşıyor, küfrediyor ve şuursuzca haz alıyoruz.

Sistemler, mükemmel yaşam formları, mutluluğun sırrı, ölümden sonrası, mükemmel insan, dünya dışında başka bi yaşam ya da özgürlük, her neyse...Çözüm aramaktan vazgeçip ne zaman birbirimizin yüzüne bakacağız? Ne zaman göz göze gelip susacağız?

Sıfatlarımızı örten o sahte vicdan maskesini indirip çıplak sorumlulukla neye ne şekilde inanıyorsak sadece ona, kendini yere atan oyuncu gibi değil! taşağına top gelmiş futbolcu gibi kıvrana kıvrana, yaptıklarımızın hesabını ödemeye hazır olduğumuzda, buna inandığımızda..belki, belki de yokluk! aklınız alıyorsa?

4 Aralık 2010 Cumartesi

Rus

Babam sela okuyordu..Yeni uyanmıştım, gece yarısı kapı çaldığını duymuştum ama muhtemelen beni uyandıracak kadar ciddi bi mevzu yoktu ya da ben bu mevzu için yeterince ciddi bi adam değildim, neyse sonuç olarak bütün gece bana dokunan olmamıştı. Gün cuma da olmadığına göre gece gelenlerin cenaze ilanı getirdiğini tahmin etmek şanımı yürütmeye yetecek bi ayrıntı değildi.


Kalktım, güneş eve yeni ulaşmıştı, beton duvarlar, toprak, hatta evin yakınında bıkkın bıkkın akan ırmağın dahi yeni yeni ısındığını hissedebiliyordum. Annem kahvaltıda kuymak yapmış olmalıydı yoksa mısır unu kokusunu beynim mideme başka türlü açıklayamazdı.
(..ama bu anlattıklarımın konu ile hiç alakası yok, derdim rus edebiyatını size tanıtmak felan da değil.. Mujik nedir bilmesek de yazacak kadar rus edebiyatı birikimimiz var amk! şeklinde bi arkadaşa msj veriyorum sadece.!

Demem o ki beyler; babanız imamsa eğer, her sabah ölüme uyanabilirsiniz, her gece yarısı gelmelerinde ölüm gelmiş olabilir, ölüm unutulacak kadar uzakta değildir asla..ta ki zaman geçer, ölüme alışırsınız, bi mevzu olmaktan çıkar ölüm ama hüzün asla dağılmaz, kaybolmaz her selada kaldığı yerden devam eder.. gelir sabahı burar, tadını kaçırır, susturur, düşündürür.. ölüm bile sıradanlaşır ama hüzün bakidir beyler.